28.12.15

Kitap : Neler Okudum?

Uzun bir aradan sonra merhaba!
Ev yenileme ve birtakım internetteki sorunlar nedeniyle bu ara ne yazıkki film ve dizi izleme rutinlerim bir hayli aksadı. O yüzden bu dönem benim için daha çok okuma ağırlıklı oldu. Film ve dizi izlemeye ara verince şu anda resmen izlemek için bir şeyler seçemiyorum :) Bunu da takip etmeyi çok sevdiğim, uzun zamandır yazılarını okuyamadığım bloggerlardan depolayacağım gibi gözüküyor :)

Bu sürede neler okudum ?


*Satranç - Stefan Zweig
Ufacık, tefecik bu kitabı bir türlü elime alıp okuyamamıştım. Bir oturuşta sizi içine alan ve sonunu merak ettiren uzun bir öykü den oluşuyor Satranç. Stefan Zweig ile de tanışmış oldum, bu anlatımından sonra ilk kitap siparişimi verdiğimde diğer kitaplarını da edineceğim!

*Mülksüzler - Ursula K. Le Guin
Uzun süredir okumaktan korktuğum bir kitaptı Mülksüzler. Belki yanlış zamanda gidip geldim okumak için bilmiyorum, ama kesinlikle en doğru zamanlamamda okumuşum, ve çok beğendim! Ütopik bir roman, Annares ve Urras isminde iki gezegen bulunmakta, Annares Odocu anarşistlerden, Urras ise kapitalist ve devletçilerden oluşmaktadır. İki gezegenin birbiriyle hiçbir iletişimi yoktur ve ana karakterin Annares'li Shevek'in fizik dalında araştırma yaparken, Urras'a gitmesiyle birbirlerinden ne kadar farklı düzenle idare edildiğine şahit oluyoruz. Kendi bulunduğumuz düzeni de sorgulatacak, akıcı bir dille yazılmış bir roman. Mutlaka okuyun!

*Fahrenheit 451- Ray Bradbury
İtfaiyicelerin yangını söndürdükleriyle değil, etraflarındaki kitapları yakmakla görevli oldukları bir çağdayız. İnsanların sadece televizyon seyrederek vakitlerini geçirdikleri, sorgulamadıkları bir dönem. Burada itfaiyicimiz Montag, bir kitabı yakmayıp, onu merak ediyor ve kitap bu şekilde ilerliyor. Güzel bir distopya, tavsiye ediyorum!

*Mesela Saat Onda-Engin Gençtan
Okuduğum en değişik kitaplardan biri diyebilirim. İlk defa okuduğum bir yazar, dilini çok sevmekle birlikte, karakterleri fazla ve karışık buldum. Fakat, çok ilginç bir zekayla yazıldığı kesin!

*Karasevdalılar- Javier Marias
Maria isminde bir kadın, her sabah işe gitmeden aynı kafe de kahvaltı yapar ve hergün onunla aynı kafede karı-koca bir çift de kahvaltı yapmaktadır. Onları uzaktan gözlemler ve ister istemez bir yakınlık duymaya başlar. Fakat adam bir cinayete kurban gider ve Maria bu olayın perde arkasını araştırırken bulur kendini. Güzel bir kitap fakat, ben okurken biraz sıkıldım.

Benim okuduklarım bu şekildeydi. Siz bu aralar neler okudunuz ?
Mutlu Haftalar!

29.10.15

Gezi: Kapadokya


Güvercinlik

Merhabalar!
Bu ara ne izlesem, ne okusam içime sinip, bir türlü incelemesini yapamadığım için, bir gezi yazısı yazayım dedim bende. Anlayacağınız, blogun içeriğini gezi yazılarıyla da genişletmeye karar verdim. Uzun zamandır gitmek isteyip, devamlı ertelediğim bir geziye çıktım geçtiğimiz hafta! Kapadokya'ya gittim. Turla gittiğimiz için, program sıkıştırılmış ve oldukça yoğundu ve bir gece konaklayabildik,


Aslında bazı yerlere turla gitmeyi sevmiyorum, kısıtla zamanda birçok yer gösteriyorlar, ancak insan bazı mekanlarda daha fazla turlamak, yemekleriyle daha fazla haşır neşir olmak istiyor. Hala bir fotoğraf makinesi alamadım ve telefonumun kamerasıyla bikaç yeri fotoğrafladım. Bunları da paylaşmak istedim.
Tek kelimeyle Kapadokya'yı tanımlayın deseniz kesinlikle "mistik" bir şehir olduğunu söylerdim. Gördüğüm her yapıya öyle şaşırarak baktım ki, tarihte insanlar bu taş evlerde nasıl yaşamışlar diye sormadan edemedim.

Daha çok peribacalarıyla olan ününü bildiğimiz Kapadokya, aslında yer altı şehirleriyle de bir o kadar ünlüymüş. Ben Derinkuyu ve Kaymaklı Yeraltı Şehirlerini gezdim. Yerin sekiz kat aşağısına indik ve çoğu yeri darlığından dolayı eğilerek, tek sıra halinde yürüyerek geçebildik. Zamanında Hristiyanlar, Romalıların zulmünden kaçmak ve saklanmak amacıyla inşaa etmişler yer altı şehirlerini. Yer altına, şarap depoları, erzak odaları, kiliselerini, her türlü ihtiyaçlarını giderecek şekilde yapmışlar. Gezerken, insanın inanası gelmiyor; yerin bu kadar altındaki yaşama.
Uçhisar Kalesi
En beğendiklerimden biriside Uçhisar Kalesi oldu. Uzun merdivenleri çıktıktan sonra, bütün şehir ayaklarınızın altında. Tahminimce, akşam gün batımında, ışıklarla daha güzel olacağını düşünmekteyim. Kalenin etrafında bulunan dükkanları gezip, minik hediyelikler aldım.
Şehre baktığımda, oldukça kurak, hiç yeşillik yok derken, Ihlara Vadisi'ne gittiğimizde, tüm güzelliğiyle, yeşilliğiyle beni utandırdı diyebilirim. Melendiz Çayı'nın serinliğiyle, çeşitli ağaçların arasından yürürken, birçok kilisenin de burada konumlandığını gördüm.

Peribacalarının en fazla olduğu Zelve Ören Yeri'ni de giderseniz mutlaka gezmenizi öneririm. Bu arada mutlaka Müze Kart'nız yanınızda bulunsun.

Sabah gün doğumunda balonda olmayı çok istemiştim, ama maalesef hava şartlarından dolayı gittiğimiz haftasonu balon turları iptal edilmiş. Bu bile bir daha gitmem için bir sebep olacak galiba :)

Siz Nevşehir'e gittiniz mi? Merak etmekteyim.
Mutlu Günler*

6.10.15

Neler Dinliyorum ? #2

Merhabalar,
Havalar yavaş yavaş soğuyor, artık kahvemizi yapıp, battaniyeye sarınıp güzel müziklerin tadını çıkarma vakti.
Eylül ayı benim için ilaç gibi geldi diyebilirim. Uzun zamandır sürekli aynı şeyleri dinlemekten o kadar sıkılmıştım ki, böyle bir dönemde çok sevdiğim sanatçıların yeni albümleri birer birer çıktıkça, dinlemeye doyamadım, kendimi müziğin akışına bıraktım.


Bir insan bu yaşında, basic siyah bir t-shirt ile bu kadar karizma olabilir mi? David Gilmour, Pink Floyd'la yollarını ayırdıklarını ilan ettikten sonra bize bir adet solo albüm dinletti. "On An Island", çıktığından beri, severek dinlediğim, arşivimde olan bir albümdü. Bu albümden sonraki, solo albüm de beklediğimiz onca seneye gerçekten değdiğini düşünüyorum. Çünkü "Rattle That Lock" albümü, birçoğumuzun özlediği, alışkın olduğumuz  Pink Floyd sound'unu oldukça hissettiriyor.
"The Division Bell"deki efsanevi Marooned'in yanına yakışır bir kardeş geldi bu albümden: "5 A.M". Sonrasında, "Faces of Stone"'u dinlerken işte beklediğim sound dedim, tıpkı eskisi gibi. Diğer favorim ise: "In Any Tongue" oldu.
Video için : Rattle That Lock


Diğer dinlediğim albüm ise Chris Cornell'ın "Higher Truth" isimli solo albümü. Cornell'in 90lardaki halinden beri bütün bulunduğu durumları, müzik oluşumlarını seviyorum ve büyük bir keyifle dinliyorum. Yaptığı her iş de imzasını bırakıyor kanımca. Grup olarak da dinlemeyi sevdiğimiz Cornell, dinleyecilerini özletmiyor, ara ara solo albümlerle bizleri besliyordu. "Scream" ve "Songbook" solo albümlerinin ardından nihayet bir yenisi geldi. Higher Truth albümü de gerçekten uzun süre kendisini dinletecek bir albüm olmuş. Hem çığlıklarını sevdiğimiz şarkılar, hem de bir tık daha sakin, toplamda 15 parça + 1 remix den oluşuyor.  Çıkış videosunu izlemek için : Nearly Forgot My Broken Heart



The Black Keys'i gerçekten seviyorum. Hal böyle olunca Black Keys'den Dan Auerbach'ın yeni projesi olan The Arcs'ı beğenmemek olmazdı. "Yours, Dreamily" albümünü ben oldukça beğendim. İlk olarak Stay In My Corner 'la seslerini duyduk, ki ilk dinlediğimden beri sevdiğim ve devamını merak ettiğim bir albüm olmuştu. Sonrasında Outta My Mind'ı dinlediğimde hiç şüphesiz önerebileceğim bir albüm oldu. Toplamda 14 şarkı var, hiç düşünmeden tadına bakın derim.



Son olarak, daha çok birşeyler okurken 8tracks'den oluştulan studying playlist'leri dinlerken, bende bir liste yapayım dedim. Baya iç karartıcı bir liste oldu ama, umarım seversiniz. Dinlemek için * 

Siz bu aralar neler dinliyorsunuz? Önerileriniz var mı? Paylaşırsanız mutlu olurum.

Keyifli Dinlemeler*

28.9.15

Dizi : The Affair

The Affair
(2014--  )



Merhabalar,
Dram dizilerini genelde seviyorum, The Affair'i izlerken biraz sıkılıp, bunalsamda incelemesini yapmak istedim.
İkinci sezonu 11 Ekim'de yayınlanmaya başlayacak olan The Affair'in ilk sezonu 10 bölümden oluşuyor.
Diziyi sevip sevmediğimi gerçekten karar veremedim. Bunun sebebi dizinin bence fazla kasvetli oluşu. Diziye şöyle bir bakacak olursak:

Solloway Ailesi
Noah Solloway (Dominic West) evli ve 4 çocuklu bir babadır. Yaz tatilinde ailecek Montauk kasabasına ünlü ve zengin bir yazar olan kayınpederinin evlerine giderler. Noah da yazardır ve ikinci kitabına yoğunlaşmak için bu yazı iyi değerlendirmek ister. Ancak çok da sakin bir yaz geçirmez. Noah, ailesiyle beraber gittikleri bir restaurantta garsonluk yapan Alison (Ruth Wilson) ile tanışır. Daha sonra kasabada bir şekilde karşılaşırlar sonrasında Noah ile Alison'nun ilişkileri başlar. Alison'la yaşadığı bu ilişki Noah'ın kitabına konu olacaktır.
Peki bu diziyi sıradan bir aldatma kategorisinden ayıran ne? Olayların farklı bakış açısından izleyiciye sunulması. Ortalama 55 dakikalık bölümün yarısına kadar Noah'ın diğer yarısına kadar da Alison'nın bakış açısına göre olaylar anlatılmakta. Neden böyle? Çünkü ortada gizemli bir cinayet var ve bir dedektif Noah ve Alison ile sorgulama yapmaktadır.

Ruth Wilson (Alison)
Açıkçası ilk 4-5 bölüm bana fazlasıyla kasvetli ve sıkıcı geldi. Çünkü bir şekilde Noah ve Alison'nun birbirlerine olan bağlılıklarını kabul edemedim. Aralarında çok güçlü bir diyalogdan ziyade, göze sokulan cinsel ilişkinin varlığıydı bana göre.
İzlemeye devam etme sebeplerimden birisi dizide başarılı bir gizemli havanın yaratılması. Ortada bir cinayet var, kime ait olduğunu bilmiyoruz, kimin yaptığını öğrenmeye çalışıyoruz. Tabi iki perspektifden gördüğümüz için hiçbir karaktere tam anlamıyla bağlanamıyoruz. Bütün bunlar olurken de Noah ile Alison gerçekten birlikte olacak mı, evlilikleri bitecek mi diye sorguluyoruz. Anlayacağınız, bir şekilde ne olacağını merak ettirip, izlemeye devam ettiriyor. Yani, sizlere mutlaka izleyin çok iyi dram dizisi diyememekle birlikte, kendim ne olacağını merak ettiğim için izlemeye devam edeceğim sanırım :)
Ayrıca, Ruth Wilson, gerçekten takdire şayan bir oyunculuk sergiliyor. Olaylara Noah'ın bakış açısından baktığımızda Alison oldukça seksi ve baştan çıkarıcı bir kadınken, Alison tarafından baktığımızda ise oğlunu kaybetmenin acısını taşıyan, üzgün ve kırılgan bir kadın görüyoruz. Bu iki geçiş arasında gerçekten bravo dedim kadına! Zaten Altın Küre Drama Dizilerinde En İyi Kadın Oyuncu ünvanını alarak da kanıtlamış.

Joshua Jackson (Cole)
Alison'nun kocası olarak Joshua Jackson'u izliyoruz. Eşini çok seven bir adam. Oyunculuğunu ciddi anlamda beğendim; üzüntüsünü, aşkını tam anlamıyla görebiliyorum yüzünde.

Maura Tierney (Helen Solloway)
Noah'ın eşi'ni Maura Tierney canlandırmakta. Kusursuz bir evliliği olduğunu düşünürken, hem kocasıyla yaşadıkları hem de çocuklarındaki birtakım sorunların ardından gösterdiği tutum izlemeye değer.
Bu arada çok sevdiğim, uzun zamandır dinleyemediğim Fiona Apple'i jenerik müziğinde dinlemek ayrıca sevindirdi beni. Buyrun buradan dinleyebilirsiniz. The Affair- Jenerik


İlk sezon heyecanlı ve süprizli bir sonla bitti, ikinci sezonda neler olacak, belkide beklediğimden daha iyiye gidecek dizi, bilemiyorum. İzleyip, göreceğiz. Siz bu diziyi izlediniz mi? Ne düşünüyorsunuz merak etmekteyim. 

Mutlu Haftalar*

25.9.15

Kitap: Günübirlik Hayatlar - Irvin D. Yalom


Öykü okumayı seviyorum, bölüm bölüm olması beni rahatlatıyor ve daha çabuk ilerleyebiliyorum okurken. Irvin D. Yalom'un yeni çıkarttığı Günübirlik Hayatlar kitabı da 10 ayrı gerçek psikoterapi öyküden oluşmakta. 82 yaşında olmasına rağmen hala, San Francisco' daki özel kliniğinde hastalarıyla buluşan Yalom, bizlere bir güzellik yapıp yayınlamış kitabı. Okurken 10 ayrı hayata gidiyoruz, beynimizi meşgul eden olayların ana sebebine gitmeye çalışıyor Yalom. Bunu da yaparken okuyucuyu hiç sıkmadan, boğmadan anlatıyor. Ancak, ben okurken biraz daha ayrıntı istediğimi, kişilere daha fazla bağlanabilmek adına istedim. Görüşmeler sanki bir anda oldu ve bitti gibi geldi. Kişilerle çok fazla bağ kuramadım. Belki daha önce okuduğum Nietzsche Ağladığında ve Divan kitaplarındaki gibi yoğun bir olay örgüsü istedim, bilmiyorum. Bu psikoterapilerde, daha çok ölüm korkusuna kapılan hastaların yaşadıklarına değinmiş Yalom. Zaman zaman samimiyetiyle kendi hayatından, kendi yaşlılığından da örnekler veriyor.
Kitabın ismi ise Marcus Aurelius'un Düşünceler kitabında gelmekte. Son öyküde buna değinilmiş. Güzel bir alıntı, burdan da paylaşmış olayım.

"Hepimizinki günübirlik hayatlar; hatırlayanın, hatırlanandan farkı yok. Hepsi geçici. Hem anılar hem de onların nesnesi. Her şeyi unutmuş olacağın günler kapıda, her şeyin seni unutacağı günler yakın. Bil ki çok geçmeden hiç kimse ve hiçbir yerde olacaksın."

Mutlu Günler*

21.9.15

Neler Yapıyorum ?

Ben sıcak havalarda daha çok eve kapanan insanlardanım. Havanın sıcak ve güneşli olması beni pek olumlu etkilemiyor. Bende bu zamanları dizi izleyerek geçirdim.
Modern Family'nin 5 ve 6. sezonlarını bir türlü izleyememiştim, bu sırada onları kapatmak istedim. Gerçekten çok seviyorum bu aileyi! Her bir karakterin yeri ayrı. Hepsine ayrı ayrı o kadar çok gülüyorum ki, bu dizi beni mutlu ediyor! Bu hissi bir tek Friends'i izlerken yakalayabilmiştim. Sonrasında Modern Family.


Billy&Billie isimli diziye başlayıp, kısa sürede bitirdim. Lazzy Otter sayesinde haberdar olmuştum (iyiki bloglar var). Çok sevdim, ikinci sezonu heyecanla beklemekteyim. İlişki dizilerini gerçekten seviyorum! Şu an ne izlesem, neye başlasam diye kara kara düşünmekteyim.



Kitap siparişi verdim. Aslında sırada okunacak o kadar çok kitabım var ki. Kendimi biraz şımartmak istedim, hem birkaç kitabın ne zararı olur ki!

Irvin D. Yalom, benim çok sevdiğim bir yazar. Daha önce "Nietzsche Ağladığında" ve "Divan" kitaplarını okumuştum. "Günübirlik Hayatlar" ise son çıkan kitabı, gerçek psikoterapi öykülerinden oluşuyor. 
Karasevdalılar, yazarın aldığım ilk kitabı. Instagram'da kitap paylaşımlarını ilgiyle takip ettiğim bi kullanıcının tavsiyesi ile sipariş verdim. Arka kapağından okuduğum kadarıyla sürekleyici bir romana benziyor.

Engin Gençtan gibi önemli bir yazarın kütüphanemde hiç kitabının olmadığını farkettim. Mesela Saat Onda'nın güzel bir olay örgüsüne sahip olduğunu duymuştum, en yakın zamanda okunması için sepetime ekledim!
Fahrenheit 451, kitapçıya her girdiğimde elime alıp, almakta kararsız kaldığım bir kitaptı. Bunun sebebi çevirisinin çok başarılı olmadığını duymamdı. Distopya kitapları sevdiğim için, çevirisi kötü olsada okumalıyım düşüncesiyle almaya karar verdim. 
Bunların haricinde, bloguma güzel bir tema hazırlamak için çaba sarf ediyorum, ama beğenmem ve uygulamam oldukça zaman alıyor,

Simon & Garfunkel

Bir de minik bir şarkı paylaşımı olsun*  Simon & Garfunkel
Mutlu Günler!

20.9.15

Kitap - Film: Lolita



Uzun zamandır okumak istediğim bir yazardı Vladimir Nabokov. Doğru zaman için beklettim ve bu yaz alabildim Lolita'yı elime. Daha önce Nabokov un hiç bir kitabını okumadığım için hem heyecanlıydım hem de ,ya sevmezsem diye bir korku da vardı içimde.

-Lolita-
Dir: Adrian Lyne
-1997-

Öncelikle Nabokov'un anlatımını gerçekten çok sevdim. Bazı tasvirleri o kadar ayrıntılı ve etkileyiciydi ki, okurken karakterleri kafamda çok rahat canlandırabildim ve onlara daha kolay bağlandım. Bazı bölümleri saymazsak, genel olarak sürükleyici ve özellikle sonlara doğru epey merak ettiriciydi. Hemen arkasına filmini izlediğimde, kitap ne kadar doluydu, film biraz yavan kalmış dedirttirdi. Bu arada Lolita'nın 1962 yapım  Stanley Kubrick ve 1997 yapım Adrian Lyne yönetmenliğinde olan iki versiyonu bulunmakta. Ben izlemek için 1997 versiyonunu seçtim.
Kitaptan birazcık bahsedecek olursak
Orta yaşlı dul bir Fransız olan Humbert Humbert dil profösürüdür. İşi için Amerikaya gelir ve kiracı olarak kaldığı evin sahibinin kızını ilk gördüğünde kalbi çarpmaya başlar. Evet, Dolares'le yani Lolita'yla tanışır. Aslında Lolitayı, çocukluk aşkı olan Annabel ile özdeşleştirir. Yıllar önce, Annabel talihsiz bir şekilde ölmüştür ve bu olaydan sonra Humbert, kendinden yaşça küçük henüz kızlara, kendi tabiriyle supericiklerine ilgi duymaya başlar.


Humbert, Lolita'ya yakın olabilmek için her şeyi göze alır. Lolita'nın annesiyle bile evlenir. Daha sonra Dolores'in annesi hayatını kaybeder ve Humbert artık üvey kızı Lolita ile bir yolculuğa çıkar. Farklı şehirlere gidip, otellerde kalarak vakitlerini geçirdikleri bu sürede Humbert; Lolita'ya saplantılı bir şekilde bağlanır ve Lolita'nın her yaptığını kontrol altına almak ister. Bu kısımdan sonrası bir hayli heyecanlı, sonu ise beni gerçekten üzerek bitmiştir.
Önyargılarla okunmaya başlandığında Humbert'e sinirlenip, kızmamız gerekirken bu his kitabı okurken bende oluşmadı. Hatta ilerledikçe, Humbert'e gerçekten üzülmeye başladım. Kitabı okuyanlar benimle aynı fikirde mi gerçekten merak ediyorum.


Filmi ise kitapla bir hayli uyumlu buldum. Kitabın dışına çıkmadan, çok da ayrıntıya girilmeden anlatılmış. Humbert gözümde canlandırdığımdan daha genç, Lolita ise vücut hatları bakımında bir hayli olgun çıktı. Ama Dominique Swain ( Lolita ) bence çok güzel canlandırmış, Kitaptaki Dolores'in şımarık tasvirleri cuk oturmuş karaktere.
Stanley Kubrick yapımını izleyenler var mı? Hangisini daha başarılı buldunuz? Düşüncelerinizi paylaşırsanız çok sevinirim.
Mutlu Günler!

19.9.15

Film : Before We Go


-Before We Go-
Dir: Chris Evans
-2014-

Uzun zamandır izlediğim her filmi şaşırtıcı şekilde beğeniyordum. Sinemada seyrettiğim Before We Go ise bu seriyi biraz bozdu sanırım. Genelde bir filmi izlemeden önce, izleyenlerin yorumlarını dikkate alıyorum, (blogda fikirlerimi paylaşmak da en büyük amacım) tabi herkese göre beğenip, beğenmemek değişiyor. Bu filme gitmeden öncede Before Sunrise / Before Sunset 'e çok benzetildiğini, filmin çok güzel olduğunu okudum. Daha bir hevesle gittim anlayacağınız. Ama benim hissettiklerim çoğunluğunun bir hayli zıttı. Bir kere Before Sunrise ve Before Sunset'teki gibi asla güçlü diyaloglar yoktu. Ethan Hawke ve Julie Deply'nin müthiş uyumu ve izlerken gün bitmesin, o ayrılık sahnesi yaşanmasın diye seyrettiğimiz o akıcılığı Before We Go'da yaşayamadım. İki ana karakter arasındaki uyum bana nedense bir türlü geçemedi. Kadın-erkek ilişkilerinin yansıtıldığı filmleri seviyorum ancak temeli sağlam diyaloglarla doldurulduğunda. Before We Go'da eksik bulduğum nokta bu oldu.


Kısaca özet geçecek olursak
Nick (Chris Evans) New York'a, ertesi gün yapılacak müzik seçmeleri için gelmiştir ve tren garında trompet çalmaktadır. Brooke (Alice Eve) ise neredeyse hayatındaki en kötü günü yaşamaktadır. Çantasını çaldırmış ve Boston'a gidecek son treni kaçırmıştır. Brooke trene yetişmeye çalışırken düşürdüğü telefonu gören Nick, telefonu Brooke'a vermesiyle tanışmaları başlar. Brooke evlidir ve ertesi sabah kocasından önce Boston'daki evine mutlaka ulaşması gerekmektedir bu nedenle Nick, Brooke'a yardım etmek için elinden geleni yapmaya çalışır. İlk başlarda haklı olarak Brooke, Nick'e pek güvenemez, fakat sonra New York sokaklarında turladıkça, Nick'e ısınmaya başlar. Saatler ilerledikçe, Nick ve Brooke'u daha yakından tanımaya başlıyoruz ve sonu seyirciye bırakılmış bir sonla karşılıyoruz.
Not: Bu arada film, Chris Evans'ın ilk yönetmenlik deneyimiymiş.
Siz bu filmi izlediniz mi, fikirleriniz neler merak etmekteyim!
Mutlu Günler*

15.9.15

Neler Dinliyorum ?


Bu aralar çok sık dinlediğim 5 şarkıyı linkleriyle birlikte paylaşıyorum. 
Keyifli Dinlemeler.


Vintage Trouble - Blues Hand Me Down ( Acoustic)
The New Basement Tapes - Kansas City
Alter Brige - Lover
The Black Keys- Weight of Love
Train- Drops of Jupiter

14.9.15

Film: Müzik Temalı En Sevdiğim 5 Film!

Müzik temalı filmleri çok sevdiğimi daha öncede belirtmiştim. Bu postta da en sevdiğim 5 müzik temalı filmi toplayıp, çok fazla ayrıntı vermeden paylaşmak istedim.

1)  Rudderless
-2014-

Yakın zamanda izleyip, epey duygulandığım bir film Rudderless. Oğlunun ölümünün ardından, kariyerini bırakıp, sakin bir hayat yaşamaya başlayan acılı baba, oğlunun ölmeden önce yazdığı şarkıları ulaşmasıyla eline gitarını alır ve onun şarkılarını söylemeye başlar. Billy Crudup, babanın yaşadığı acıyı öyle gerçekçi yansıtıyor ki etkilenmemek mümkün değil. Baştan sona kendini izlettiren, harika soundtracklerden oluşan bir film.

2)  Begin Again
-2013-


Son zamanlarda izlediğim ve müzik temalı sıralamamda ilk 5'e giren bir film oldu Begin Again. İzledikten sonra kendinizi bir hayli mutlu hissettiren, bittiğinde tebessüm bıraktıran cinsten. Keira Knightley'in doğallığı, Mark Ruffalo'nun deli dolu çılgın halleri, biraz New York havası ve mis gibi müzik!

3)  Almost Famous
-2000-


Gene bir Billy Crudup filmi. Yıllar önce izleyip, çok sevdiğim bir film olmuştu. Aynı zamanda kendisi tekrar izlenecekler listemde. 70li yıllara gidiyoruz. Hemde bir rock grubuyla turneye çıkıyoruz. Enfes müzik, o dönemlerde yaşama isteğini tavan yaptıran bir film benim için Almost Famous!

4)  The Broken Circle Breakdown
-2012-


İzlediğim zaman tüm günümün mahvolduğu, çok hüzünlendiğim, film bittiğinde tam gazla imdb'de 10 puan verdiğim nadir filmlerden biridir. Beni "bluegrass" türüyle tanıştırdığı için de özel bir filmdir. The Broken Circle Breakdown'da birbirlerine tutkuyla bağlanmış bir çift, ve daha sonrasında kızlarının hastalığıyla yaşadıkları zor günlerini izliyoruz. Ama tüm bunlar olurken, uzun diyaloglar ve müzik bizi etkileyen kısmı oluyor.

5)  La Vie En Rose
-2007-


Hayat hikayelerinin konu edildiği filmler / kitaplar beni hep etkilemiştir. Edith Piaf''ın biyografisini daha önce okumadan izlemiştim filmi. Belki bu nedenle biraz daha fazla etkilendim birde Marion Cotillard'ın şahane oyunculuğunun etkisi büyük. 

Benim müzik temalı ilk 5 sıralamam bu şekilde. Daha listemde izlenecek ve anlatılacak çook film var. Hepsini paylaşmak dileğiyle! 
Not: Sizin önerilerinizi de ayrıca merak etmekteyim.
Mutlu günler!


24.8.15

Son Zamanlarda En Sık Kullandığım Telefon Uygulamaları

Merhabalar!
Her gün bir sürü yeni uygulamalar geliyor telefonlarımıza. Ben oldukça fazla zaman geçiriyorum; faydalı, eğlenceli uygulamalar bulabilir miyim diye. Bu postta son zamanlarda keşfettiğim uygulamaları paylaşmak istedim. Belki ilginizi çekip, sizinde öğrenmenize yardımcı olurum.

-Rock On-


Son zamanlarda oynadığım, canlarımın dolmasını sabırsızlıkla beklediğim bir oyun oldu Rock On. Bu uygulamada rock müzik bilginizi test ediyorsunuz. İndirdikten sonra seviye seviye ilerleyen bir oyun. Mikrofon Denetimi, Ani Ölüm, Arcade modunda size verilen görevleri yaparak atlıyorsunuz seviyeleri. O kadar eğlenceli bir harita yapmışlar ki! Pop rock, indie, heavy metal, klasik rock gibi geniş bir skalaya sahip Rock On. Bunu yaparken yeni şarkılar keşfetmek de bu güzel oyunun cabası!

-Learnist-


Çok severek kullandığım bir sosyal bilgi paylaşım sitesi. İçeriği o kadar geniş ki, yok yok. Bilim, teknoloji, seyahat, oyunlar ve daha nicesi. Uygulama tamamen ingilizce. Learnist'te pizza hamuru yapımından tutunda, kamp tekniklerine kadar insanların adım, adım paylaştığı harika bilgiler mevcut. 

-Voscreen-



Bu zamana kadar indirdiğiniz tüm ingilizce öğrenme uygulamalarını unutun. Çünkü bu uygulama benim için en eğlencelisi! Voscreen'i indirip, kayıt olduktan sonra ana dilinizi seçiyorsunuz. Seviyenizi işaretledikten sonra, ekrana gelen kısa videoları dilerseniz ingilizce altyazılı ya da altyazısız, türkçeye çevirmeye çalışıyorsunuz. İşin güzel tarafı çoğu videonun bir filmden, çizgi filmden, belgesellerden, reklam filmlerinden seçilmiş olması. Ve böyle güzel bir uygulamanın tabiki ücretsiz olarak bizlere sunulması.

-TVShow Time-


Bilgisayarda oldukça sık kullandığım bu uygulamanın, telefon versiyonu olması oldukça mutlu etti beni. Yabancı dizi izleyicisi olup, hangi bölümde kaldım sıkıntısı yaşayanlara hızır gibi yetişen bir uygulama. Böylelikle izlediğiniz dizileri arşivleyip düzgün bir hale getirebilirsiniz. Takip ettiğiniz devam eden dizilerin, yeni bölümleri yayınlandığında, telefonunuza bildirimde göndermekte.

Mutlu günler*

21.8.15

Dizi: You're the Worst

You're the Worst
(2014--)


Olmadı. İzleyemedim. Arkadaşlar ben Game of Thrones'u sevemedim. Etrafımdaki herkesin izle çok güzel demesi gafletiyle başladım şu sıcak günlerde. İlk sezon bitti, karakterleri tanımaya başladım ama yok, ikinci sezonda beni resmen uyuttu, devamını en ufak merak etmeden izliyorum. Herkes seve dursun, ben izlemeye dur dedim, geçen günlerde rastgele denk geldiğim epi topu 3-5 karakterin olduğu bir komedi dizisine başladım. You're the Worst 'den bahsetmekteyim. Şu an sadece tek sezon, 10 bölümlük bir dizi. İkinci sezonu onaylanmış, 9 eylülde yayınlanmaya başlayacakmış.


Dizideki iki ana karakter de aslında birbirinden gıcık. Baş rollerini İngiliz aksanı ile Jimmy (Chris Geere) ve Gretchen (Aya Cash) canlandırmakta. Evlilik ve uzun ilişki karşıtı bu ikilinin, gündelik hayatlarına konuk oluyoruz. Her ne kadar ciddi bir ilişki yaşamıyoruz, herkes dilediğini yapmakta özgür düşüncesiyle yaşasalar da, aslında hiç de öyle olmadığını anlıyoruz bölümler ilerledikçe. Şunu açıkça söyleyebilirim ki, zaman geçtikçe daha da güzelleşti dizi. İlk bölümü izledikten sonra izlemeyeceğim desem de, Game of Thrones'un verdiği iç sıkıntısıyla izlemeye devam ettim You're the Worst'u.


Çıtırlık dizi izlemek isteyenlere çağrım, başlayın efendim. Sizin şu mutsuz günlerde tavsiye edebileceğiniz bu tarz diziler var mı? Paylaşırsanız çok mutlu olurum. 

7.8.15

Film Önerileri

Merhabalar!
Böyle bir başlıkla, daha önce inceleyemediğim, özet yazmakta biraz üşendiğim filmlerin içinden hoşuma gidenleri seçip kısa kısa yayınlamaya karar verdim. Önerdiğim filmler, sizinde haftasonu için keyifli vakit geçirmenizi sağlarsa ne mutlu bana!

Sunshine Cleaning
-2008-
Christine Jeffs


Çok sevdiğim, izledikten sonra hemen anneme izlettiğim bir film! İki kız kardeşin hayatlarına gidiyoruz. Kocasından ayrılmış, bir oğlu olan Rose (Amy Adams) mutlu olmadığı bir işte çalışmaktadır. Bir süre sonra, Rose ve kız kardeşi Norah (Emily Blunt) birlikte çalışmaya başlarlar, fakat yaptıkları iş çok da sıradan bir iş değildir. Son zamanlarda izlediğim en iyi dram diyebilirim. Gerek Emily Blunt gerekse Amy Adams o kadar güzel can vermişler ki rollerine. Bir yandan hüzünlendiren, bir yandan da gülümseten bir film. İzlemenizi şiddetle önermekteyim!


Clouds of Sils Maria
-2014-
Olivier Assayas


Bol diyaloglu bir film. V (Kristen Stewart), 40'lı yaşlarına yaklaşmış Maria (Juliette Binoche)'nın asistanlığını yapmaktadır. Maria, 20li yaşlarında oynadığı oyunu, yeniden canlandırmak için çalışır. Ancak bu sefer, başka bir karakteri canlandırması istenir. Bunu yapmaya çabalarken V ile Maria'nın uzun sohbetlerini, doğa yürüyüşlerini izliyoruz. İzlenesi bir film.


While We're Young
-2014-
Noah Baumbach


Beklentimi tam anlamıyla karşılamamış bir film aslında. Belki Ben Stiller faktöründen, belki yönetmen faktöründen, çok daha güzel bir film beklediğim için, bilmiyorum. Ama  bence pazar günü tamda kahvaltıyla gidecek olan bir film, kötü değil asla. Filmin konusuna gelirsek, orta yaşlarına gelen Josh (Ben Stiller) ve karısı Cornelia (Naomi Watts) kendilerinden yaşça küçük bir çiftle tanışırlar. Etraflarındaki arkadaşlarından sonra bu çiftle yaptıkları aktivitelerle kendilerini yenilenmiş hissederler. Sonrasında olayların rengi bir hayli değişir. Bundan sonrası sizin! 

*Mutlu Haftasonları*


6.8.15

Paper Towns



-Paper Towns-
Jake Schreier
-2015-

2013 yılında TÜYAP fuarına giderken, çoğu kızın elinde gördüğüm mavi poşetlerle tanıdım John Green'i. Oldukça popüler olan "Aynı Yıldızın Altında" herkesin konuştuğu bir kitap oluvermişti. Belki daha çok teenager kategorisinde olduğu için ve yaşıtım olmayan bir okuyucu kitlesine sahip olduğu için alıp okumak istememiştim. Geçen hafta cuma günü vizyona giren "Paper Towns" ise, başka bir film olmadığı için tercih ettiğimiz bir film oldu, sevgili John Green'le sonunda tanışabildim anlayacağınız.

Q (Nat Wolff), karşı dairede oturan, çocukluk aşkı Margo'yla (Cara Delevingne) büyüdükçe kopmaya başlar. Q'nun arkadaş çevresi daha çok ders çalışan, iyi bir koleje başlamak isteyen iki karakterden oluşurken, Margo ise oldukça asi ve okulun havalı tipleriyle vaktini geçirir. Quentin'nin kalbine gömdüğü aşkı Margo bir gece ansızın Q'nin odasına girer ve bu gece arkadaşlarından intikam almak için Q'nden yardım ister. Lise hayatı boyunca hiç macera yaşamamış Q için, Margo ile paylaşacağı bu gece onu oldukça etkileyecektir.


Ancak ertesi gün Margo esrarengiz bir biçimde ortadan kaybolur ve Q onu bulabilmek için arkasında bıraktığı ipuçlarından yararlanır.
Q ve arkadaşları, Margo'yu aramak için yola çıkarlar. Tek istedikleri Margo'yu bulup, mezuniyet balosuna yetişebilmektir.

Kitabı okumadığım için kitap/film karşılaştırması yapamayacağım, ama elbette kitabı okuyanlar vardır, filmi nasıl buldunuz merak etmekteyim.
Zorunluluktan gitmiş olsak bile, hoş vakit geçirdiğimiz bir film oldu Kağıttan Kentler. Benim asıl mutlu olduğum nokta ise kağıttan kentin ne anlama geldiğini öğrenmek oldu. Filmden sonra araştırdığımda John Green'nin TED'de konuşmasına rastladım. Merak edenler videoyu izleyebilir.