28.12.15

Kitap : Neler Okudum?

Uzun bir aradan sonra merhaba!
Ev yenileme ve birtakım internetteki sorunlar nedeniyle bu ara ne yazıkki film ve dizi izleme rutinlerim bir hayli aksadı. O yüzden bu dönem benim için daha çok okuma ağırlıklı oldu. Film ve dizi izlemeye ara verince şu anda resmen izlemek için bir şeyler seçemiyorum :) Bunu da takip etmeyi çok sevdiğim, uzun zamandır yazılarını okuyamadığım bloggerlardan depolayacağım gibi gözüküyor :)

Bu sürede neler okudum ?


*Satranç - Stefan Zweig
Ufacık, tefecik bu kitabı bir türlü elime alıp okuyamamıştım. Bir oturuşta sizi içine alan ve sonunu merak ettiren uzun bir öykü den oluşuyor Satranç. Stefan Zweig ile de tanışmış oldum, bu anlatımından sonra ilk kitap siparişimi verdiğimde diğer kitaplarını da edineceğim!

*Mülksüzler - Ursula K. Le Guin
Uzun süredir okumaktan korktuğum bir kitaptı Mülksüzler. Belki yanlış zamanda gidip geldim okumak için bilmiyorum, ama kesinlikle en doğru zamanlamamda okumuşum, ve çok beğendim! Ütopik bir roman, Annares ve Urras isminde iki gezegen bulunmakta, Annares Odocu anarşistlerden, Urras ise kapitalist ve devletçilerden oluşmaktadır. İki gezegenin birbiriyle hiçbir iletişimi yoktur ve ana karakterin Annares'li Shevek'in fizik dalında araştırma yaparken, Urras'a gitmesiyle birbirlerinden ne kadar farklı düzenle idare edildiğine şahit oluyoruz. Kendi bulunduğumuz düzeni de sorgulatacak, akıcı bir dille yazılmış bir roman. Mutlaka okuyun!

*Fahrenheit 451- Ray Bradbury
İtfaiyicelerin yangını söndürdükleriyle değil, etraflarındaki kitapları yakmakla görevli oldukları bir çağdayız. İnsanların sadece televizyon seyrederek vakitlerini geçirdikleri, sorgulamadıkları bir dönem. Burada itfaiyicimiz Montag, bir kitabı yakmayıp, onu merak ediyor ve kitap bu şekilde ilerliyor. Güzel bir distopya, tavsiye ediyorum!

*Mesela Saat Onda-Engin Gençtan
Okuduğum en değişik kitaplardan biri diyebilirim. İlk defa okuduğum bir yazar, dilini çok sevmekle birlikte, karakterleri fazla ve karışık buldum. Fakat, çok ilginç bir zekayla yazıldığı kesin!

*Karasevdalılar- Javier Marias
Maria isminde bir kadın, her sabah işe gitmeden aynı kafe de kahvaltı yapar ve hergün onunla aynı kafede karı-koca bir çift de kahvaltı yapmaktadır. Onları uzaktan gözlemler ve ister istemez bir yakınlık duymaya başlar. Fakat adam bir cinayete kurban gider ve Maria bu olayın perde arkasını araştırırken bulur kendini. Güzel bir kitap fakat, ben okurken biraz sıkıldım.

Benim okuduklarım bu şekildeydi. Siz bu aralar neler okudunuz ?
Mutlu Haftalar!

29.10.15

Gezi: Kapadokya


Güvercinlik

Merhabalar!
Bu ara ne izlesem, ne okusam içime sinip, bir türlü incelemesini yapamadığım için, bir gezi yazısı yazayım dedim bende. Anlayacağınız, blogun içeriğini gezi yazılarıyla da genişletmeye karar verdim. Uzun zamandır gitmek isteyip, devamlı ertelediğim bir geziye çıktım geçtiğimiz hafta! Kapadokya'ya gittim. Turla gittiğimiz için, program sıkıştırılmış ve oldukça yoğundu ve bir gece konaklayabildik,


Aslında bazı yerlere turla gitmeyi sevmiyorum, kısıtla zamanda birçok yer gösteriyorlar, ancak insan bazı mekanlarda daha fazla turlamak, yemekleriyle daha fazla haşır neşir olmak istiyor. Hala bir fotoğraf makinesi alamadım ve telefonumun kamerasıyla bikaç yeri fotoğrafladım. Bunları da paylaşmak istedim.
Tek kelimeyle Kapadokya'yı tanımlayın deseniz kesinlikle "mistik" bir şehir olduğunu söylerdim. Gördüğüm her yapıya öyle şaşırarak baktım ki, tarihte insanlar bu taş evlerde nasıl yaşamışlar diye sormadan edemedim.

Daha çok peribacalarıyla olan ününü bildiğimiz Kapadokya, aslında yer altı şehirleriyle de bir o kadar ünlüymüş. Ben Derinkuyu ve Kaymaklı Yeraltı Şehirlerini gezdim. Yerin sekiz kat aşağısına indik ve çoğu yeri darlığından dolayı eğilerek, tek sıra halinde yürüyerek geçebildik. Zamanında Hristiyanlar, Romalıların zulmünden kaçmak ve saklanmak amacıyla inşaa etmişler yer altı şehirlerini. Yer altına, şarap depoları, erzak odaları, kiliselerini, her türlü ihtiyaçlarını giderecek şekilde yapmışlar. Gezerken, insanın inanası gelmiyor; yerin bu kadar altındaki yaşama.
Uçhisar Kalesi
En beğendiklerimden biriside Uçhisar Kalesi oldu. Uzun merdivenleri çıktıktan sonra, bütün şehir ayaklarınızın altında. Tahminimce, akşam gün batımında, ışıklarla daha güzel olacağını düşünmekteyim. Kalenin etrafında bulunan dükkanları gezip, minik hediyelikler aldım.
Şehre baktığımda, oldukça kurak, hiç yeşillik yok derken, Ihlara Vadisi'ne gittiğimizde, tüm güzelliğiyle, yeşilliğiyle beni utandırdı diyebilirim. Melendiz Çayı'nın serinliğiyle, çeşitli ağaçların arasından yürürken, birçok kilisenin de burada konumlandığını gördüm.

Peribacalarının en fazla olduğu Zelve Ören Yeri'ni de giderseniz mutlaka gezmenizi öneririm. Bu arada mutlaka Müze Kart'nız yanınızda bulunsun.

Sabah gün doğumunda balonda olmayı çok istemiştim, ama maalesef hava şartlarından dolayı gittiğimiz haftasonu balon turları iptal edilmiş. Bu bile bir daha gitmem için bir sebep olacak galiba :)

Siz Nevşehir'e gittiniz mi? Merak etmekteyim.
Mutlu Günler*

6.10.15

Neler Dinliyorum ? #2

Merhabalar,
Havalar yavaş yavaş soğuyor, artık kahvemizi yapıp, battaniyeye sarınıp güzel müziklerin tadını çıkarma vakti.
Eylül ayı benim için ilaç gibi geldi diyebilirim. Uzun zamandır sürekli aynı şeyleri dinlemekten o kadar sıkılmıştım ki, böyle bir dönemde çok sevdiğim sanatçıların yeni albümleri birer birer çıktıkça, dinlemeye doyamadım, kendimi müziğin akışına bıraktım.


Bir insan bu yaşında, basic siyah bir t-shirt ile bu kadar karizma olabilir mi? David Gilmour, Pink Floyd'la yollarını ayırdıklarını ilan ettikten sonra bize bir adet solo albüm dinletti. "On An Island", çıktığından beri, severek dinlediğim, arşivimde olan bir albümdü. Bu albümden sonraki, solo albüm de beklediğimiz onca seneye gerçekten değdiğini düşünüyorum. Çünkü "Rattle That Lock" albümü, birçoğumuzun özlediği, alışkın olduğumuz  Pink Floyd sound'unu oldukça hissettiriyor.
"The Division Bell"deki efsanevi Marooned'in yanına yakışır bir kardeş geldi bu albümden: "5 A.M". Sonrasında, "Faces of Stone"'u dinlerken işte beklediğim sound dedim, tıpkı eskisi gibi. Diğer favorim ise: "In Any Tongue" oldu.
Video için : Rattle That Lock


Diğer dinlediğim albüm ise Chris Cornell'ın "Higher Truth" isimli solo albümü. Cornell'in 90lardaki halinden beri bütün bulunduğu durumları, müzik oluşumlarını seviyorum ve büyük bir keyifle dinliyorum. Yaptığı her iş de imzasını bırakıyor kanımca. Grup olarak da dinlemeyi sevdiğimiz Cornell, dinleyecilerini özletmiyor, ara ara solo albümlerle bizleri besliyordu. "Scream" ve "Songbook" solo albümlerinin ardından nihayet bir yenisi geldi. Higher Truth albümü de gerçekten uzun süre kendisini dinletecek bir albüm olmuş. Hem çığlıklarını sevdiğimiz şarkılar, hem de bir tık daha sakin, toplamda 15 parça + 1 remix den oluşuyor.  Çıkış videosunu izlemek için : Nearly Forgot My Broken Heart



The Black Keys'i gerçekten seviyorum. Hal böyle olunca Black Keys'den Dan Auerbach'ın yeni projesi olan The Arcs'ı beğenmemek olmazdı. "Yours, Dreamily" albümünü ben oldukça beğendim. İlk olarak Stay In My Corner 'la seslerini duyduk, ki ilk dinlediğimden beri sevdiğim ve devamını merak ettiğim bir albüm olmuştu. Sonrasında Outta My Mind'ı dinlediğimde hiç şüphesiz önerebileceğim bir albüm oldu. Toplamda 14 şarkı var, hiç düşünmeden tadına bakın derim.



Son olarak, daha çok birşeyler okurken 8tracks'den oluştulan studying playlist'leri dinlerken, bende bir liste yapayım dedim. Baya iç karartıcı bir liste oldu ama, umarım seversiniz. Dinlemek için * 

Siz bu aralar neler dinliyorsunuz? Önerileriniz var mı? Paylaşırsanız mutlu olurum.

Keyifli Dinlemeler*

28.9.15

Dizi : The Affair

The Affair
(2014--  )



Merhabalar,
Dram dizilerini genelde seviyorum, The Affair'i izlerken biraz sıkılıp, bunalsamda incelemesini yapmak istedim.
İkinci sezonu 11 Ekim'de yayınlanmaya başlayacak olan The Affair'in ilk sezonu 10 bölümden oluşuyor.
Diziyi sevip sevmediğimi gerçekten karar veremedim. Bunun sebebi dizinin bence fazla kasvetli oluşu. Diziye şöyle bir bakacak olursak:

Solloway Ailesi
Noah Solloway (Dominic West) evli ve 4 çocuklu bir babadır. Yaz tatilinde ailecek Montauk kasabasına ünlü ve zengin bir yazar olan kayınpederinin evlerine giderler. Noah da yazardır ve ikinci kitabına yoğunlaşmak için bu yazı iyi değerlendirmek ister. Ancak çok da sakin bir yaz geçirmez. Noah, ailesiyle beraber gittikleri bir restaurantta garsonluk yapan Alison (Ruth Wilson) ile tanışır. Daha sonra kasabada bir şekilde karşılaşırlar sonrasında Noah ile Alison'nun ilişkileri başlar. Alison'la yaşadığı bu ilişki Noah'ın kitabına konu olacaktır.
Peki bu diziyi sıradan bir aldatma kategorisinden ayıran ne? Olayların farklı bakış açısından izleyiciye sunulması. Ortalama 55 dakikalık bölümün yarısına kadar Noah'ın diğer yarısına kadar da Alison'nın bakış açısına göre olaylar anlatılmakta. Neden böyle? Çünkü ortada gizemli bir cinayet var ve bir dedektif Noah ve Alison ile sorgulama yapmaktadır.

Ruth Wilson (Alison)
Açıkçası ilk 4-5 bölüm bana fazlasıyla kasvetli ve sıkıcı geldi. Çünkü bir şekilde Noah ve Alison'nun birbirlerine olan bağlılıklarını kabul edemedim. Aralarında çok güçlü bir diyalogdan ziyade, göze sokulan cinsel ilişkinin varlığıydı bana göre.
İzlemeye devam etme sebeplerimden birisi dizide başarılı bir gizemli havanın yaratılması. Ortada bir cinayet var, kime ait olduğunu bilmiyoruz, kimin yaptığını öğrenmeye çalışıyoruz. Tabi iki perspektifden gördüğümüz için hiçbir karaktere tam anlamıyla bağlanamıyoruz. Bütün bunlar olurken de Noah ile Alison gerçekten birlikte olacak mı, evlilikleri bitecek mi diye sorguluyoruz. Anlayacağınız, bir şekilde ne olacağını merak ettirip, izlemeye devam ettiriyor. Yani, sizlere mutlaka izleyin çok iyi dram dizisi diyememekle birlikte, kendim ne olacağını merak ettiğim için izlemeye devam edeceğim sanırım :)
Ayrıca, Ruth Wilson, gerçekten takdire şayan bir oyunculuk sergiliyor. Olaylara Noah'ın bakış açısından baktığımızda Alison oldukça seksi ve baştan çıkarıcı bir kadınken, Alison tarafından baktığımızda ise oğlunu kaybetmenin acısını taşıyan, üzgün ve kırılgan bir kadın görüyoruz. Bu iki geçiş arasında gerçekten bravo dedim kadına! Zaten Altın Küre Drama Dizilerinde En İyi Kadın Oyuncu ünvanını alarak da kanıtlamış.

Joshua Jackson (Cole)
Alison'nun kocası olarak Joshua Jackson'u izliyoruz. Eşini çok seven bir adam. Oyunculuğunu ciddi anlamda beğendim; üzüntüsünü, aşkını tam anlamıyla görebiliyorum yüzünde.

Maura Tierney (Helen Solloway)
Noah'ın eşi'ni Maura Tierney canlandırmakta. Kusursuz bir evliliği olduğunu düşünürken, hem kocasıyla yaşadıkları hem de çocuklarındaki birtakım sorunların ardından gösterdiği tutum izlemeye değer.
Bu arada çok sevdiğim, uzun zamandır dinleyemediğim Fiona Apple'i jenerik müziğinde dinlemek ayrıca sevindirdi beni. Buyrun buradan dinleyebilirsiniz. The Affair- Jenerik


İlk sezon heyecanlı ve süprizli bir sonla bitti, ikinci sezonda neler olacak, belkide beklediğimden daha iyiye gidecek dizi, bilemiyorum. İzleyip, göreceğiz. Siz bu diziyi izlediniz mi? Ne düşünüyorsunuz merak etmekteyim. 

Mutlu Haftalar*

25.9.15

Kitap: Günübirlik Hayatlar - Irvin D. Yalom


Öykü okumayı seviyorum, bölüm bölüm olması beni rahatlatıyor ve daha çabuk ilerleyebiliyorum okurken. Irvin D. Yalom'un yeni çıkarttığı Günübirlik Hayatlar kitabı da 10 ayrı gerçek psikoterapi öyküden oluşmakta. 82 yaşında olmasına rağmen hala, San Francisco' daki özel kliniğinde hastalarıyla buluşan Yalom, bizlere bir güzellik yapıp yayınlamış kitabı. Okurken 10 ayrı hayata gidiyoruz, beynimizi meşgul eden olayların ana sebebine gitmeye çalışıyor Yalom. Bunu da yaparken okuyucuyu hiç sıkmadan, boğmadan anlatıyor. Ancak, ben okurken biraz daha ayrıntı istediğimi, kişilere daha fazla bağlanabilmek adına istedim. Görüşmeler sanki bir anda oldu ve bitti gibi geldi. Kişilerle çok fazla bağ kuramadım. Belki daha önce okuduğum Nietzsche Ağladığında ve Divan kitaplarındaki gibi yoğun bir olay örgüsü istedim, bilmiyorum. Bu psikoterapilerde, daha çok ölüm korkusuna kapılan hastaların yaşadıklarına değinmiş Yalom. Zaman zaman samimiyetiyle kendi hayatından, kendi yaşlılığından da örnekler veriyor.
Kitabın ismi ise Marcus Aurelius'un Düşünceler kitabında gelmekte. Son öyküde buna değinilmiş. Güzel bir alıntı, burdan da paylaşmış olayım.

"Hepimizinki günübirlik hayatlar; hatırlayanın, hatırlanandan farkı yok. Hepsi geçici. Hem anılar hem de onların nesnesi. Her şeyi unutmuş olacağın günler kapıda, her şeyin seni unutacağı günler yakın. Bil ki çok geçmeden hiç kimse ve hiçbir yerde olacaksın."

Mutlu Günler*

21.9.15

Neler Yapıyorum ?

Ben sıcak havalarda daha çok eve kapanan insanlardanım. Havanın sıcak ve güneşli olması beni pek olumlu etkilemiyor. Bende bu zamanları dizi izleyerek geçirdim.
Modern Family'nin 5 ve 6. sezonlarını bir türlü izleyememiştim, bu sırada onları kapatmak istedim. Gerçekten çok seviyorum bu aileyi! Her bir karakterin yeri ayrı. Hepsine ayrı ayrı o kadar çok gülüyorum ki, bu dizi beni mutlu ediyor! Bu hissi bir tek Friends'i izlerken yakalayabilmiştim. Sonrasında Modern Family.


Billy&Billie isimli diziye başlayıp, kısa sürede bitirdim. Lazzy Otter sayesinde haberdar olmuştum (iyiki bloglar var). Çok sevdim, ikinci sezonu heyecanla beklemekteyim. İlişki dizilerini gerçekten seviyorum! Şu an ne izlesem, neye başlasam diye kara kara düşünmekteyim.



Kitap siparişi verdim. Aslında sırada okunacak o kadar çok kitabım var ki. Kendimi biraz şımartmak istedim, hem birkaç kitabın ne zararı olur ki!

Irvin D. Yalom, benim çok sevdiğim bir yazar. Daha önce "Nietzsche Ağladığında" ve "Divan" kitaplarını okumuştum. "Günübirlik Hayatlar" ise son çıkan kitabı, gerçek psikoterapi öykülerinden oluşuyor. 
Karasevdalılar, yazarın aldığım ilk kitabı. Instagram'da kitap paylaşımlarını ilgiyle takip ettiğim bi kullanıcının tavsiyesi ile sipariş verdim. Arka kapağından okuduğum kadarıyla sürekleyici bir romana benziyor.

Engin Gençtan gibi önemli bir yazarın kütüphanemde hiç kitabının olmadığını farkettim. Mesela Saat Onda'nın güzel bir olay örgüsüne sahip olduğunu duymuştum, en yakın zamanda okunması için sepetime ekledim!
Fahrenheit 451, kitapçıya her girdiğimde elime alıp, almakta kararsız kaldığım bir kitaptı. Bunun sebebi çevirisinin çok başarılı olmadığını duymamdı. Distopya kitapları sevdiğim için, çevirisi kötü olsada okumalıyım düşüncesiyle almaya karar verdim. 
Bunların haricinde, bloguma güzel bir tema hazırlamak için çaba sarf ediyorum, ama beğenmem ve uygulamam oldukça zaman alıyor,

Simon & Garfunkel

Bir de minik bir şarkı paylaşımı olsun*  Simon & Garfunkel
Mutlu Günler!

20.9.15

Kitap - Film: Lolita



Uzun zamandır okumak istediğim bir yazardı Vladimir Nabokov. Doğru zaman için beklettim ve bu yaz alabildim Lolita'yı elime. Daha önce Nabokov un hiç bir kitabını okumadığım için hem heyecanlıydım hem de ,ya sevmezsem diye bir korku da vardı içimde.

-Lolita-
Dir: Adrian Lyne
-1997-

Öncelikle Nabokov'un anlatımını gerçekten çok sevdim. Bazı tasvirleri o kadar ayrıntılı ve etkileyiciydi ki, okurken karakterleri kafamda çok rahat canlandırabildim ve onlara daha kolay bağlandım. Bazı bölümleri saymazsak, genel olarak sürükleyici ve özellikle sonlara doğru epey merak ettiriciydi. Hemen arkasına filmini izlediğimde, kitap ne kadar doluydu, film biraz yavan kalmış dedirttirdi. Bu arada Lolita'nın 1962 yapım  Stanley Kubrick ve 1997 yapım Adrian Lyne yönetmenliğinde olan iki versiyonu bulunmakta. Ben izlemek için 1997 versiyonunu seçtim.
Kitaptan birazcık bahsedecek olursak
Orta yaşlı dul bir Fransız olan Humbert Humbert dil profösürüdür. İşi için Amerikaya gelir ve kiracı olarak kaldığı evin sahibinin kızını ilk gördüğünde kalbi çarpmaya başlar. Evet, Dolares'le yani Lolita'yla tanışır. Aslında Lolitayı, çocukluk aşkı olan Annabel ile özdeşleştirir. Yıllar önce, Annabel talihsiz bir şekilde ölmüştür ve bu olaydan sonra Humbert, kendinden yaşça küçük henüz kızlara, kendi tabiriyle supericiklerine ilgi duymaya başlar.


Humbert, Lolita'ya yakın olabilmek için her şeyi göze alır. Lolita'nın annesiyle bile evlenir. Daha sonra Dolores'in annesi hayatını kaybeder ve Humbert artık üvey kızı Lolita ile bir yolculuğa çıkar. Farklı şehirlere gidip, otellerde kalarak vakitlerini geçirdikleri bu sürede Humbert; Lolita'ya saplantılı bir şekilde bağlanır ve Lolita'nın her yaptığını kontrol altına almak ister. Bu kısımdan sonrası bir hayli heyecanlı, sonu ise beni gerçekten üzerek bitmiştir.
Önyargılarla okunmaya başlandığında Humbert'e sinirlenip, kızmamız gerekirken bu his kitabı okurken bende oluşmadı. Hatta ilerledikçe, Humbert'e gerçekten üzülmeye başladım. Kitabı okuyanlar benimle aynı fikirde mi gerçekten merak ediyorum.


Filmi ise kitapla bir hayli uyumlu buldum. Kitabın dışına çıkmadan, çok da ayrıntıya girilmeden anlatılmış. Humbert gözümde canlandırdığımdan daha genç, Lolita ise vücut hatları bakımında bir hayli olgun çıktı. Ama Dominique Swain ( Lolita ) bence çok güzel canlandırmış, Kitaptaki Dolores'in şımarık tasvirleri cuk oturmuş karaktere.
Stanley Kubrick yapımını izleyenler var mı? Hangisini daha başarılı buldunuz? Düşüncelerinizi paylaşırsanız çok sevinirim.
Mutlu Günler!