29.3.16

Film: C.R.A.Z.Y.

-C.R.A.Z.Y.-
Dir: Jean-Marc Vallée
-2005-


İçinde her türlü duyguyu barındıran filmlerden birisi benim için C.R.A.Z.Y.  Yer yer güldüren, aynı zamanda hüzünlendiren, müzikleriyle kendine hayran bıraktıran türden bir film. Şiddetle izlemenizi tavsiye ettiğim için biraz uzun bir inceleme yazısı yazmak istedim bu sefer.

Film, 1960 yılı Noel'inde, 5 erkek çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gelen Zac'in hayatını anlatmakta.  Zac'in "Kendimi bildim bileli Noel'den nefret etmişimdir." demesiyle başlıyor film. Doğum gününün noelle aynı güne geldiği için kendini özel hissetmeyen ve diğer çocuklardan biraz daha büyük hediye 
almasıyla geçen sayısız noel kutlama sahnesi izliyoruz. Saçının arkasındaki bir tutam beyaz saçının olması ve küçük kardeşinin kucağına her 
aldığında susması, Zac'in bir tür özel yeteneği olduğunu düşündürttürür annesine. Diğer 3 erkek kardeşiyle hiçbir zaman anlaşamayan fakat babasıyla vakit geçirmeyi çok seven bir çocuktur Zac, ta ki kendisine "homo" denene kadar. Özellikle büyük abisi Raymond'un "homo" diyerek dalga geçmesi ve, babasının da Zac'de diğer oğullarında görmediği değişik davranışları görmesiyle Zac'den şüphe duymaya başlar. Zac'se her gece "lütfen öyleysem (homoysam) bile, öyle olmayayım" diye dua edip, yalvarmaya başlar. Ve filmin büyük çoğunluğunda, hemcinsine ilgi duyduğunu kendisine bile inkar edemez; ve "normal" olmak için çabalamaya başlar.
Filmde en önemli karakterlerinden birisi de Zac'ın babasıdır. En sevdiği albüm Patsy Cline'nin Crazy albümüdür, ne hoş bir tasadüftür ki C.R.A.Z.Y. beş erkek çocuğunun isimlerinin baş harfleridir.
Filmde defalarca dinleyeceğimiz Patsy Cline'nin Crazy'si tık. 
Filmde 6 yaşından itibaren gördüğümüz Zac büyüdükçe her karakter gibi değişimlere uğrar. Babasıyla, her ne kadar inkar etsede erkeklere karşı duyduğu duygular yüzünden kavga etmekte, sorunlu ve uyuşturucu bağımlısı abisi Raymond ile de anlaşmazlıkları sürmektedir. Zac'in hayatını nasıl şekillendireceğini, arkadaşlıklarını, ilişkilerini merak ederken bir yandan da "The Dark Side of the Moon" lu odasında dinlediği plaklara eşlik etme şansını yakalıyoruz ki, bence filmin en başarılı sahnelerinden.


David Bowie, Jefferson Airplane, The Cure, The Rolling Stones ve efsane Pink Floyd şarkılarıyla taçlandırılmış. Şarkıları dinlemek için tık tık. Film ve müzik geçişleri o kadar iyi harmanlanmış ki, belkide daha önce defalarca seyrettiğimiz  temada olan bu filmi, alışılagelmişin dışında ve keyifle sunmuş yönetmen bize. Aynı zamanda aile içindeki diyaloglar, ilişkiler, o kadar gerçekçi yansıtılmış ki, bu nedenle benim tekrar tekrar izlenesi filmler listeme girmiştir C.R.A.Z.Y.

Siz bu filmi izlediniz mi, merak etmekteyim. 
Mutlu Günler*

19.3.16

Neler Dinliyorum ? #3

Benzer duyguları yaşadınız mı bilmiyorum ama kendimi uzun süre müzik dinlemeye kapatmıştım. Kasıtlı olarak yaptığım bir şey değildi bu, kafamda çok fazla soru işaretinin olduğu bir dönemden geçerken bana en çok iyi gelen şeyi, sevdiğim şeyleri dinlemediğimi fark etmiştim. Son zamanlarda geçirdiğimiz bu zor zamanları büyük bir sinirlilikle, elimden hiçbir şey gelmeden izlerken, gün içinde en çok sığındığım şey kitaplarım ve dinlediklerim oluyor. Bu yazı altında da son birkaç haftadır devamlı dinlediklerimi paylaşmak istedim. Daha güzel günlerde görüşmek umuduyla, barışla..










10.3.16

Kitap: Neler Okudum #3

Merhabalar,
Son zamanlarda okuduklarımı kısa kısa paylaşmak istedim. 
*Mutlu Günler


"Biri, Hiçbiri, Binlercesi" - Luigi Pirandello
Nobel ödüllü İtalyan yazarın bu önemli eseriyle geç de olsa tanıştığım için çok mutlu oldum. Kitabın konusu kısaca şöyle ;
Sıradan bir hayata sahip olan Moscarda'nın birgün, karısının burnunun eğri olduğunu söylemesiyle hayatı değişir. O güne kadar gayet düzgün bir burna sahip olduğunu düşünen Moscarda, etrafındaki insanlara nasıl gözüktüğüyle ilgili sorgulamalara başlar. Fakat bu sorgulama bir tür "delilik"e dönüşür. Tanıdığı herkes için farklı bir ben'e sahip olduğunu anlayan Moscarda, insanın bir mi, binlerce mi, yoksa hiç mi olduğu sorusuna cevap arar.

"Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz" - Melisa Kesmez
Yepyeni, kalemi çok kuvvetli bir kadın öykücüyle tanışmanın mutluluğu! Normalde öykü kitaplarını okuyup bitirdiğimde tekrar başa döner, beni en çok etkilemiş öyküleri seçmeye çalışırım. Melisa Kesmez'in öykülerini de ayrı ayrı çok sevdim. Hepsini. Abartısız, akıcı, gerçekçi. Şiddetle bu güzel kadınla tanışmanızı tavsiye ediyorum. "Bazen Bahar" isminde bir diğer öykü kitabı daha Sel Yayıncılık'tan çıkmış bulunmakta.


"Biz" - Yevgeni Zamyatin 
En çok okumayı sevdiğim tür galiba distopya diyebilirim. Bu türde ne yazıldıysa okumaya çalışıyorum bu aralar. Öyle bir kitapla karşılaştım ki, bütün distopya kitapların öncüsü olarak geçmekteymiş. Kitabın konusuna kısaca değinecek olursam;
26. Yüzyılda, kişilerin isimler yerine numara ve harf kombinasyonlarından oluştuğu, doğanın yeşil duvarın arkasına sürüldüğü, herşeyin devlet kontrolünde olduğu bir yapı anlatılıyor. Bunu İntegral adını verdikleri uzay gemisinin mimarı D-503 birgün I-330'la karşılaşır ve bugüne kadar hiç sorgulamadığı şeyleri sorgulamaya başlar. Hayal etmeye başlar. Ki bu, 26. yüzyılda bir hastalık çeşitidir. 

"Northanger Manastırı" - Jane Austen
 Jane Austen'nin "Gurur ve Önyargı" kitabı uzun süredir okuma listemdeydi. Bende onu okumadan önce, öldükten çok sonra yayınlanan yazarın ilk romanı olan Northanger Manastırı'nı okumak istedim. Kitabın konusu ise şöyle:
Catherine , 17 yaşında, on çocuklu bir ailenin çocuğudur. Çok yetenekli ve akıllı bir kız değildir, hatta kitap boyunca fazla iyi niyeti ve saflıklarıyla öne çıkmaktadır. Komşularıyla ailesinden uzakta, Bath'de altı hafta geçirecek olan Catherine, bu sürede yeni arkadaşlar edinir, balolara gider ve gönlünü yakışıklı ve kültürlü Bay Tilney'e kaptırır. Bu aşkın nasıl ilerlediğini, yan karakterlerle olan diyaloglarını akıcı bir şekilde okutuyor bize yazar.
   

Sizin son zamanlarda okuyup tavsiye edebileceğiniz kitaplar var mı ? 
Paylaşırsanız sevinirim *