28.7.15

Vikings



Uzun zamandır başlamak istediğim bir diziydi, lakin ben bir şeye başlarken uzun uzun araştırırım, izlesem mi izlemesem mi diye epey bir sorgularım; anlayacağınız biraz takıntılıyım bu konuda. Halbuki başla, sevmezsen bırak, izlemezsin. Neyse ki başladım; başlamamla bitirmem bir oldu diyebilirim. Gerçekten merak uyandırıcı, akıcı bir şekilde ilerliyor dizi.
Kanada- İrlanda ortak yapımı olan Vikings, 3 sezondan oluşuyor şimdilik. İlk sezon 9, diğer 2 sezon da 10'ar bölümlük. 2016'da yeni sezonu yayınlanmaya başlayacak.
Ben tarihte Vikings'leri ve kültürlerini hep merak etmişimdir, bu nedenle diziye hemen bağlandım diyebilirim. Özellikle dizinin belgesel tadında gitmesi, gerçekleri yansıtması izlemeye kesinlikle değiyor. Tarihsel konulu dizileri izlemeyi sevenler varsa kesinlikle tereddütsüz başlayın diyorum.



Vikings, bol savaşlı, oldukça kanlı ve çok tanrılı bir dizi. İskandinav kültürü tüm manzarasıyla gözler önüne serilmiş. İzlerken dinlerindeki mistik havası, ve bir avuç adamın İngiltere'ye ve diğer krallıklara tarihte kafa tutması gerçekten şaşırtıyor insanı.
Diziyi götüren ana kahramanlar; Vikingleri batıya keşfe çıkartan Ragnar Lothbrok (Travis Fimmel). Ve onun güzeller güzeli, savaşçı karısı Lagertha (Katheryn Winnick). Ragnar'ın en yakınlarından biri olan ve ona keşifleri için gemi inşaat eden Floki (Gustaf Skarsgard) ve Ragnar'ın kardeşi Rollo (Clive Standen) ise diğer ana karakterlerden.

-Ragnar Lothbrok-

-Lagertha- 

-Rollo-

-Floki-

Bu arada, dizinin jeneriği de oldukça güzel. Dinlemek için tık.


Ben kesinlikle izlemenizi öneriyorum, şu sıcak yaz günlerinde, özellikle içinde bulunduğumuz durumdan biraz sıyrılmak için ideal.
Keyifli Seyirler!

21.7.15

Erken Kaybedenler

Merhabalar!
Benim müzik zevkim biraz eskilere dayanıyor. Sevdiğim çoğu grup, sanatçı ölü. Bu yüzden yeni bir albüm çıkmış/ bu sene ülkemize geliyorlar şu festivale gideyim diye bir tutkum olmuyor çoğu zaman. Neyse ki kitap zevkim yenilere çok daha açık. Özellikle ülkemizdeki yazarlara. Çok başarılı bulduğum ve okumaktan büyük zevk aldığım bir yazar Emrah Serbes.
İlk olarak Hikayem Paramparça'yı okumuştum. Normalde kitapların altını çizmekten nefret eden ben, yeminimi bozdum ve kitabın çoğu yerini işaretledim. Geri dönüp bakmak isteyeceğim o kadar güzel satırlar vardı ki.
Sonrasında Gezi Parkı ruhunu okurken birebir yaşatan Deliduman'ı büyük bir keyifle, bir çırpıda okumuştum.



Fuardan aldığım Erken Kaybedenler'i okumakta bu zamana kısmet oldu. İçinde beni oldukça etkileyen öyküler vardı. Her birinin anlatıcısı 11-15 yaş arası değişen erkek çocuklarından dinlediğim bu hikayeleri, zaman geçtikçe tekrar tekrar okuyacağım galiba.
Minik bir alıntı yazmak istiyorum kitaptan, bu zamana kadar hiç okumamış birkaç insanı teşvik ederim belki okumaya. Bir faydam dokunur belki.

"Çünkü büyüdükçe arzularım küçüldü, şaşkınlıklarım küçüldü, beklentilerim küçüldü.
Büyüdükçe öyle küçüldüm ki içimde taşıyacak birşey kalmadı. Büyümenin bir bedeli varsa işte bu, yarım metre uzadım, yirmi kilo aldım ve dünyadan vazgeçtim."

11.7.15

Away We Go


-Away We Go-
Sam Mendes
-2009-

Abartısız filmleri seviyorum. İnsanın kafasının bir hayli yoğun olduğu dönemde, bu tarz filmleri izlemek beni rahatlatıyor. Away We Go ' da tam böyle bir filmdi. Uzun zamandır gözüme takılan afişiyle izlemeyi hep erteledim, sonunda izleyebildim.
Verona (Maya Rudolph) ve Burt (John Krasinki) otuzlu yaşların ortalarında, bebek bekleyen bir çifttir. Burt'un ailesi başka bir ülkeye taşınmaya karar verirler, bunun üzerine Verona ve Burt da yaşayacakları şehri /evi seçmek için bir yolculuğa çıkarlar. Bu yolculukta, misafiri oldukları arkadaşlarını, çocuklarıyla olan iletişimlerini tanıma fırsatı bulurlar.


Arkadaşlarının çocuklarıyla olan iletişimlerini incelerken, aslında gelecekteki çocuklarına nası davranmaları gerektiğine de karar verirler. Çünkü çıktıkları bu yolculukta birbirinden farklı ilişkilere tanık olacaklardır. Benim en sevdiğim sahnelerden biri Maggie Gyllenhaal'ın oynadığı sahneydi! Neden bilmiyorum ama, bu kadına uçuk/kaçık bir nevi sistem karşıtı hatun rollerinin çok iyi gittiğini düşünmekteyim. 


Durağan bir film olmasına karşın, filmdeki diyaloglar oldukça sağlamdı. Bu nedenle izlerken insanı hiç sıkmıyor, karakterleri daha iyi anlamaya, Verona ve Burt'ün ilişkilerinin bir parçası olmaya başlıyorsunuz. Kesinlikle tavsiye edebileceğim bir film oldu. 


Ve gelelim filmin soundtracklerine. Film sayesinde Alexi Murdoch ile tanıştım. Soundtrackler de filmin dokusuyla bir o kadar uyumlu, film bitiminde kesinlikle edinelisi biçimden. 
Dinlemek için tık.


Mutlu günler!

10.7.15

Once



-Once-
Dir: John Carney
-2006-


Kulaklarımın pasının silindiği filmleri öyle seviyorum ki! Böyle filmlerin ardından, soundtrack albümlerini defalarca bilgisayardan dinleyip, daha sonra telefonuma atıp, yatmadan önce tekrar tekrar üstünden geçiyorum. Başlıktan anlaşıldığı üzere 2006 yapımı Once filmini izledim. Bu filmi lisedeyken, korsan film satan bir cd ciden alıp, koşarak eve gelip dvd ye  koyup, görüntü kalitesinin kötülüğü karşısında ve eksik altyazısıyla, ( o zamanlar ingilizcemin yerlerde olduğunu düşünürsek) izleyemeden kapattığım bir film olmuştu. Yıllar sonra aklıma tekrar gelip, indireyim dedim, iyiki de izlemişim!
Filmi kısaca özetlemek gerekirsek.. İrlanda'da bir adam gündüzleri elektrik süpürgesi tamir edip, akşamları sokakta gitar çalıp söylerek hayatını geçindirmektedir. Şarkısını çaldığı bir akşam sokak satıcılığı yapan Markéta kendini dinlemekten alı koyamaz ve sonrasında sohbete başlarlar.


Sohbetlerinde, müzik hakkında konuşacakları oldukça fazladır. Glen'in yaptığı diğer besteleri merak eden Markéta ise dinlediklerini çok beğenir. Fakat Glen kötü zamanlar geçirmektedir, doğrusu aşk acısı çekmektedir. Bu şarkılarına da yansır, ve eski kız arkadaşını görebilmek için kayıt yapıp, Londra'ya gitmeye karar verir. Yapacağı kayıtta Markéta'nın rolü oldukça büyüktür. Kısıtlı imkanlarla, piyanoda çalıp Glen'e eşlik ederek, harika bir iş çıkarırlar. 



Bizede bu güzel filmin müziklerinin tadını çıkarmak kalıyor. Ben en sevdiklerimi alttaki linklerde paylaştım. Umarım sizinde hoşunuza gider!

Markéta Irglova'nın "If You Want Me" bu şarkı uzun süre benle olacak galiba.

Buradaki Glen Hansard'ın çığlıkları, beni kendisinin gerçekten yaptığı diğer albümlerini dinletmeye teşvik etti. Meğer adamın gerçekten sağlam şarkıları varmış!

Not: Uzun bir zaman önce gene John Carney'in yönettiği "Begin Again" 'i izlemiş ve oldukça beğenmiştim. Müzikle iç içe olan filmleri seviyorsanız, diğer bir önerim de Begin Again'i listenize almanız. Once'ın etkisi geçtiğinde, en kısa zamanda onun hakkında da bir yazı yazmak istiyorum.
Mutlu günler!

7.7.15

The Royal Tenenbaums


-The Royal Tenenbaums-
Dir: Wes Anderson
-2001-


Daha önce nasıl izlemedim dedirten bir Wes Anderson filmini paylaşıyorum sizinle. İzlerken Tenenbaums ailesinin bir parçası olmayı hissettiren, yer yer gülsenizde sonunda hüzün bırakan bir filmdi. The Grand Budapest Hotel' deki gibi gene içimizi ısıtacak renkler, ayrıntılarla bezenmiş iç mekanlar bu filmde de fazlasıyla mevcut.
Kimi insanlar Wes Anderson'nun tarzını çok beğenmesede, benim şiddetle önereceğim ve ikinci kez izleyebileceğim bir film oldu The Royal Tenenbaums.
Film, biri evlatlık olmak üzere, üç kardeşin, babaları Royal Tenenbaum'dan (Gene Hackman) ailelerinin boşanacaklarını öğrenerek başlar. İlk sahnede The Mutato Muzika Orchestra'nın enfes "Hey Jude" yorumuyla; film bizi içine almaya başlıyor. 


Baba Royal evden ayrılır ve uzun yıllar çocuklarıyla iletişime geçmezken, kardeşlerde kendi hayatlarını çizmişlerdir. Küçük yaştaki dahilikleri, hayatın getirdikleriyle karamsarlığa ve başarısızlığa dönüşen kardeşler yıllar sonra tekrar çocukluklarının geçtiği evde yaşamaya başlarlar. Bu filmde, kendisini zaten fazlasıyla sevdiğim Ben Steller (Chas Tenenbaum) kırmızı Adidas eşofmanları ve iki çoçuklu olarak karşımıza çıkar.


Güzeller güzeli Gwyneth Paltrow burada evlatlık olarak alınan Margot Tenenbaum olarak canlanıyor. Filmdeki tabiri caizse -cool-luğuna hayran kalmamak elde değil. 



Filmin soundtrackleri kesinlikle övgüyü hak eden cinsten. Bazı müzikler, sahnelerle o kadar güzel harmanlanmış ki.. Bunun örneği Luke Wilson'nun ( Richie Tenenbaum) fotoğraftaki performansı. 


Bir intihar sahnesine cuk diye oturacak Elliott Smith'in Needle In The Hay şarkısı. Dinlemek için tık tık.



Soundtrackleriyle ekrana bağlayan, tatlı ayrıntılarıyla ( Gyps Taksiler, Green Line Otobüsler) filmin bitiminde, ne güzel bir film izledim! gülümsemesi yerleşiyor insanın yüzüne. 


Alttaki soundtrack ise bu film sayesinde dinleyip, oldukça beğendiklerimin arasına girdi. Nico - These Days.  Keyifli Dinlemeler.



6.7.15

İçimizdeki Şeytan

Büyük kitaplar,
Bazı kitapların ''güzel'', ''mutlaka okunması gereken'' diye adlandırmak istemiyorum. Çünkü gerçekten bazı kitaplar o kadar büyük, o kadar gerçek ki...
Tıpkı Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan'ı gibi. Biraz okuma tembelliğine kapıldığım şu günlerde ilaç gibi geldi, bir solukta bitti..
Dediğim gibi bazı kitapları uzun uzun anlatmaktansa, çok beğendiğim noktaları alıntılamayı seviyorum.

''İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizin gururumuzun, salaklığımızın uydurması.. İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu.. İçimizde şeytan yok.. İçimizde aciz var.. Tembellik var.. İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var...'' 

Yapmak istemediği şeyleri içindeki şeytana yükleyen Ömer, sevdiği insanın peşinden giden bir Macide ve bol bol eski İstanbul var bu kitapta. 
Okumanız şiddetle önerilir. 
Not: Çok güzel bir Selim İleri önsözü mevcut YKY baskısında.