7.11.14

Yakıştı mı Murakami?

Aylardır bekliyoruz Haruki Murakami’nin yeni kitabını.  Daha çıkmadan methiyeler düzüldü, videolar yapıldı kitaba.  Renksiz Tsukuru’nun hikayesini anlatacaktı bize Murakami. Ha çıktı ha çıkacak derken Doğan Kitap sundu bize kitabı.
Neredeyse hayatının tamamını oluşturan ve çok değer verdiği 4 arkadaşının aniden Tsukuru’yla görüşmek istememesiyle başlıyor hikayemiz. Renksiz Tsukuru bu durumu kabullenmek zorunda kalsada, yıllar sonra yaşanılan bu küslüğün sebebini öğrenmeye çalışacaktır.
"İşte o an, Tsukuru nihayet her şeyi kabullenmeyi başarabildi. İnsanların yürekleri arasındaki bağ yalnızca uyum üzerinden oluşmuyordu. Aksine, bir yaradan diğerine daha derin bağlar oluşuyordu. Acı acıyla, kırılganlık kırılganlıkla yürekleri birbirine bağlıyordu. Elemli çığlıklar olmadan suskunluk, kan toprağa akmadan affediş, insanın içini lime lime eden kayıplardan geçmeden kabulleniş mümkün değildi. İşte bu, gerçek uyumun kökünde var olan şeydi."
"Haruki Murakami'den kaderinin gizemini çözmek, içindeki iflah olmaz yaranın kaynağına inmek için büyük bir yolculuğa çıkan bir kahramanın romanı. Kendini "renksiz" bilen Tsukuru Tazaki'nin hikâyesi. " 
Büyük yolculuk? Peki çıkılan bu yolcuğun sonunda bende bıraktığı hüsran? 
Sahilde Kafka'yı okurken merak uyandırtıp şaşırtan, İmkansızın Şarkısındaki'ndaki gibi hüzünlendiren bir kitap olmadı benim için Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları. Murakami'nin dili her zamanki gibi akıcı, sürükleyiciydi ama Tsukuru'nun hikayesi o kadar içine alamadı bu sefer beni.  Belki çok merakla beklediğim bir kitap olduğu, büyük beklentilerle okumaya başladığım içindir bilmiyorum ama benim için sonuyla da birlikte ortalama bir kitap olarak kalacak. Üzgünüm Murakami.

1.11.14

Cemil Kavukçu Okumaya Başlamak

Merhabalar!
Hafta sonu gezdiğim bir kitapçıda Cemil Kavukçu’nun "Üstü Kalsın" isimli kitabın kapağına hayran kaldım. Almaya elim gider gitmez de "evde Kavukçu’nun bir kitabı vardı sanki?" düşüncesiyle kendi kütüphanemde aldığım soluğu. Can Yayınları’nın 2008 baskısıyla "Angelacoma’nın Duvarları" bana göz kırpmıştı rafların arasından. Arkasını okur okumaz da, doğru kitapla Kavukçu okumaya başladığıma emin oldum. 

"Kâğıt ya da tavla oynamadığım, sinemaya gitmediğim, yapacak hiçbir şey bulamadığım gecelerde, tek başıma pencere kenarındaki bir masada oturup çayımı yudumlarken, ilçenin en geniş ama o saatlerde ıssızlaşmış caddesine, solgun ışıklarına bakarken buraya ait olmadığımı, harcandığımı, kendimi kandırdığımı, hiçbir zaman ressam olamayacağımı, benim için yaşamın başka yerlerde olduğunu düşünürdüm. Güçlü olduğumu sandığım anda bile güçsüzdüm. Yapabileceğim bir şey yoktu. Bir filmin hem oyuncusu hem de izleyicisi gibiydim."

Kendime..çünkü bu benim hikayem.. diyerek başlıyor kitabımız. Kavukçu çocukluk ve gençlik yıllarını anlatırken bizi 70'li yıllara götürüyor.  Sobalı evlere, dolup taşan Niyazi’nin sinemasına, kahvehanelere, panayırlara uğratıyor okuru. Resim sevgisini anlatıyor, Angelacoma’nın duvarlarına sıkışıp kalmışlığı, duvarların kendisini nasıl sardığını dile getiriyor Kavukçu.

Ben çok beğendim. Okurken geçmişe duyduğum özlemle yüzümde güzel tebessümler bıraktı Cemil Kavukçu. Birçok öykü kitabının olduğunu biliyordum, okuduğum bu kitaptan sonra zaman Cemil Kavukçu okuma zamanıdır benim için. Aşağıda alıntıladığım bazı cümleler var. Ben çok sevdim, umarım sizde okuyup seversiniz.

"Mutluluğun bendeki en belirgin tanımı da, yaşarken farkında olmadığım, geçmişte kalmış bazı anları yeniden yaşıyormuşçasına canlandırmak için duyduğum istektir. Bütün buluşmaların ortak noktası ise sonbahardır. Biten bir hüznü değil, her türlü yaratıcılığa açık bir kışa hazırlıktır bu."

"O anın bir daha yakalanmamak üzere kaçıp gittiğini, koşulların o çevrenin değiştiğini bilmeme karşın odun sobasıyla ısınan oda dekoru hariç, kendime benzer ortamlar yarattım, yaratmaya çalıştım, yağmurun sesini dinleyip çizgi romanlar okudum. Ama o eksik hazzı hiçbir zaman yakalayamadım."